Benim Kahramanlarım

“Çocukluk insanın anavatanıdır.”

                                        Epiktetus

Bugün duydum ki, Fadile Teyze ölmüş. Çok üzüldüm; çocukluğumdan bana kalan kıymetli hatıralardan biriydi. Uzun yıllardır görmüyor olsam da, sıklıkla düşünürdüm, acaba nasıldır diye. Bazen anneme sorardım haberdar olup olmadığını; annem de arada telefonda konuştuklarını söylerdi. Yaşadığını duymak bana iyi gelirdi. Bu insanlar yaşadıkça, çocukluğuma giden yolların hala aydınlık olduğunu hissederdim. Zira belli bir yaştan sonra çocukluğumdan bana kalanlar azalmaya, bulanıklaşmaya başladı. İnsan anavatanı, sılası çocukluğunu unutur mu? Unutuluyor demek ki…

Ancak bir şey baki kalıyor; hissiyat…Olaylar, kişiler, mekanlar kaybolabiliyor ama mutlu bir çocukluk anısının yüzde bıraktığı gülümseme ya da elimizin boşta kalışıyla uğradığımız hayalkırıklığı hep orada kalıyor, terk etmiyor bizi. Bu yazıyı da işte bunun için yazıyorum:

Çocukluğumda şiddetle hissettiğim kimi duyguları, geçmişimdeki bazı insanlarla birlikte hatırlarım. O insanlar, o duyguların vücut bulmuş hali gibi gelir bana. Ne yazık, hiç birinin haberi yoktur bundan ama yazımda yadedeceğim bu mütevazı insanlar, benim çocukluğumun kahramanlarıdır. Vefanın, cesaretin, kadir kıymet bilmenin, dostluğun, diğergamlığın ne olduğunu anlatmışlardır bana. Hepsine büyük bir vefa borcum var. Yaşıyorlarsa uzun, sağlıklı bir ömürleri olsun. Artık aramızda değillerse de, nur içinde yatsınlar.

Onlar bir çocuğun kalbine dokundular, o çocuk da onları hiç unutmadı…

FADİLE TEYZE

Fadile Teyze uzaklardan göçüp gelmiş, dört çocuk annesi bir kadındı. Eşini hiç görmedik; biz tanımadan ölmüştü. Yoksul ölümü; zamansız, yok yere…Çocuklarını tek başına büyütüyordu. Dirayetliydi. Öylesine koyu bir yokluğun içinde bile kimseye eğilip büküldüğünü görmedim. Mağrurdu.

Bir defasında annemle babam şehir dışına çıkmak zorunda kalmışlar, giderken de bizi Fadile Teyze’ye emanet etmişlerdi. Biz üç kardeş uyurken, sabaha kadar yatmadan, başımızda beklediğini hiçbirimiz unutmadık. Emanete sahip çıkardı.

Babam gözü kara bir adamdı, vukuatı eksik olmazdı. Tesadüfen şahit olduğu bir tartışmada, ayakkabısını çıkarıp babamın yardımına koşmasını, aile sohbetlerimizde hem gülümseyerek hem de şükranla hatırlardık. Cesurdu.

Dar günlerin, zor zamanların insanıydı Fadile Teyze. Ne zaman ihtiyaç duysak yanımızda bulurduk. Vefalıydı. Sokağımızın başından bizim eve doğru dönüp, başı önünde yavaş yavaş yürüyüşü gözümün önünden hiç gitmeyecek. Bir ele, nefese, sese ihtiyaç duyulduğunda beklenen şeyin ne olduğunu, ne yapmam gerektiğini bulmak için bu resmi hatırlayacağım.

Sağolasın Fadile Teyze, ne çok şey göstermişsin bana…

FİKRİ ABİ

Fikri Abi’yi ne zaman hatırlasam, gözümün önüne ilk gelen hep ‘o gün’ oluyor : Babayiğit bir adam, sırtını hastane koridoruna verip, çömelmiş. Çok üzgün, belli. Gözleri dolu dolu. Elinde paketler var. Babamın kalp krizi geçirmesinin üstünden çok az zaman geçmiş. Şaşkınlık içinde dolanıp duruyorum ama elimden bir şey gelmiyor. Kulağım içeriden gelecek iyi haberlerde. Fikri Abi’yi görünce seviniyorum, artık yalnız değilim. Yanına gittiğimde  ayağa kalkıp acemice uzatıyor paketleri bana, ‘Celal Abi’m sever Serdar, bunları ona götür’ diyor. Açıp bakıyorum, pide arasında kebap, birkaç paket de ithal sigara… ’Ne diyeceğimi bilmiyorum. ‘Sağol Fikri Abi’ diyorum, zahmet etmişsin.’ Gözüm pakette, ne yapacağımı bilemez halde öylece kalakalıyorum. Hayatımda bu kadar içtenlikle verilmiş başka bir hediye daha görmemişim. Gözlerim doluyor, ‘Babam sevinecek bunları gördüğüne’ diye cevap veriyorum, memnun oluyor.

Fikri Abi elinde küreğiyle, malasıyla evler yapan bir inşaat ustasıydı. Hayatımıza nasıl girmişti, ne zaman tanımıştım hiç hatırlamıyorum ama sanki hep bizimleymiş gibi bir sıcaklığı, yakınlığı vardı. Geçirdiği ağır ameliyat sonrasında içine kapanan babamı ziyaret için sık sık evimize gelir, yeni aldığı arabasıyla onu dolaştırmak isterdi. Mutsuz, isteksizdi babam. Hastalığı bir türlü yakıştıramıyordu kendine. Dışarı çıkma teklifine babam ‘hayır’ dediğinde, Fikri Abi’nin uğradığı hayalkırıklığını ancak kadim bir dostun yüzünde yakalayabilirdiniz. Hemen pes etmezdi ama babamı iknaya uğraşırdı. Onu kandırıp, arabaya bindirebildiği  günlerde hayalkırıklığı sevince dönerdi. Geri dönüp geldiklerinde babam da mutlu olurdu, ‘sağol Fikri’ derdi. ‘İyi ki çıkmışız…’

Fikri Abi’yi son kez  gördüğümde babamı kaybetmiştik. Keder içinde, babamın mezarına bir dost şefkatiyle toprak atıyordu.

BOYACI EMİN ABİ

Dalgacıydı Emin Abi, sürekli gülümserdi. Ne iş olsa yapıyordu; boyacılık, balonculuk, seyyar satıcılık…Bu zor işlerden şikayet ettiğini de görmezdim hiç. Hep mutluydu. Onun bu umursamaz halleri çevresindekileri kızdırsa da Emin Abi oralı bile olmazdı. Her fırsatta beni işaret parmağını takıp çıkarabildiğine iknaya çalışırdı; ikimiz de bilirdik böyle bir şey olmadığını ama eğlenirdik. Böyle rahat bir yetişkini görmek bana çok iyi geliyordu. Sanki o bir yetişkin değildi de; erkenden göbek salıp bıyık bırakmış bir akranım, arkadaşım gibiydi.

Evimizi boyamak için her gelişinde işinin bitmesi günler alırdı. Annem ne kadar öfkelenirse öfkelensin bu süreyi kısaltamazdı çünkü Emin Abi’nin benimle dama oynamak gibi bir merakı vardı. Bir çocuğun bir yetişkini yenebiliyor olmasını aklı almaz, yeniden yeniden oynamak isterdi. Her defasında da bahis konusu olan balon sayısı artardı. Onun bu heyecanını şaşkınlıkla izlerdim. Başka yetişkinlere benzemeyen bu rahat tavrına inanamazdım. Annemin ‘hadi Emin, azıcık acele et’ demesine aldırmaz, dudağının kenarında sigarası, bana bakıp göz kırpardı. Bu göz kırpış ‘taşları hazırla ilk fırsatta oynayalım’ demekti.  Emin Abi, büyümenin çok da sıkıcı olmadığını anlatıyordu bana. Bir çocukla beraber eğlenmeyi unutmak şart değildi yetişkinlik için. İşler biraz uzuyordu ama bitmediğini görmedim hiç. Her defasında da annem babam ‘eline sağlık Emin’ diyorlardı, ‘tertemiz olmuş…’  

SABRİ ENİŞTE

Sabri Enişte hayatımda gördüğüm en etkileyici adamlardan biridir. Uzun boyu, geniş göğüs kafesi, gür kaşları, delici bakışlarıyla nerede görseniz fark edersiniz onu. Yaşı çoktan yetmişi geçmiştir ama yaşlılığı ona hiç yakıştıramazsınız. Üstten açılmış birkaç gömlek düğmesi, ütülü pantolonu, delikli kumaş ayakkabıları, göz kenarlarındaki çapkınca bakışlarıyla hala civanmert bir delikanlıdır. Görür görmez güvenirsiniz ona, sofrasında yediğiniz lokma huzursuz etmez sizi.

Babamla Sabri Enişte, hem akraba hem de çocukluk arkadaşıydılar. Birbirlerine hatırlattıkları hikayeler hiç bitmezdi. Beraberce çalıp söyledikleri türküler, içli uzun havalar çocukluğumun en canlı hatıralarıdır. Sonsuz gülüşmelerine hayranlıkla bakıp, imrenirdim hep… En çok da beraber sessiz kalmaları etkilerdi beni. Sanki hiçbir şey söylemeden konuşmaya devam eder gibiydiler. Sessizlik onları huzursuz ediyormuş gibi gözükmezdi. Bu anları hiç unutmadım. Dostluklarımı zaman zaman bu hatıralarla sınadım. Çok iyi sohbet etttiğim değil, yanlarında tedirginlik duymadan sessiz kalabildiğim insanları dost bildim.

Sabri Enişte bize baba yadigarıdır. Yanında babamın kokusunu duyarım.

Allah uzun ömür versin.

ZÜLKÜF ABİ

Artık sonun kaçınılmaz olduğunu öğrendiğimizde Zülküf Abi’yle helalleşmeye gittik. Hastalığı son evresindeydi. Her zaman orada olan muzip bakışları yoktu, kaybolmuştu artık. Yol boyunca onunla nasıl vedalaşacağımı hesaplamıştım ama orada öylece kalakaldım. Hal hatır soruldu,  herkes iyiydi. Odada ölüm yoktu. ‘Çocuklar yoldan geldi, açlardır doyurun karınlarını’ diye evdekileri ayaklandırdı. Yattığı yerden, tabaklarımızı bitirip bitirmediğimizi teker teker kontrol etti. Doyduğumuzdan emin oldu. Kızlarımla şakalaştı. Vedalaşıp ayrıldık. Çok geçmeden haberi geldi, ölmüştü.

Bu sahici insanlar benim çocukluğuma uzanan köprüler, parmak ucumda yükselip geçmişime baktığım pencereler gibiler. Bana kıymetli şeyler gösterdiler. Gönül almayı anlattılar. Hepsine minnet borcum var.

Bir çocuğun kahramanı olmanın tek yolu anababalık değildir. Çevresinde yalnızca anababası olan çocuk yoksul, yoksun bir çocuktur. Bir çocuğu bir köy büyütür. Okulda, sokakta, ailede elinizi çocukların kalbinden eksik etmeyiniz arkadaşlar, karşılığını alırsınız. Size olmazsa bir başkasına ödenir ama mutlaka ödenir.

 

Serdar Çankaya

Psikolojik Danışman

Yedi Mart İki Bin On Altı