Google Annebabalığı

Uzun zaman önce, anababalık üzerine yapılmış bir sohbet programı izlemiştim. Konuk kimdi, neler konuşulmuştu hatırlamıyorum ama program sunucusunun sorduğu bir soru ve bu sorunun bana hissettirdiği şaşkınlık duygusu hep aklımda: “Çocuklar” demişti sunucu, “yere düşerlerse nasıl davranmamız gerekir?”

Yaşadığım şaşkınlık hem sorunun içeriğiyle, hem de bu soruyu soranın entelektüel kalibresiyle ilgiliydi.  O dönemin cevval, cabbar, şöhret sahibi muhabirlerinden olan bu kadın gazeteci dış politika biliyordu, iç politikayı yorumluyordu, deneme kitapları yazıp edebiyata göz kırpıyordu ama bir anne olarak, tüm samimiyetiyle böyle de bir soru soruyordu: “Çocuklar yere düşerlerse, nasıl davranmamız gerekir?”

Bu aralar, danışanlarımla çocuk büyütmek hakkında konuşurken, pek çok görüşmemin nispeten duygudan uzak, bilgi yoğunluklu bir hal aldığını gözlüyorum.  Annebabalar, içinde “empati” , “kaliteli zaman”, “duygu yansıtma” , “özgüven”  kavramları geçen uzun cümlelerle, nasıl anababalık yaptıklarını anlatıyorlar bana. Okudukları bir kitabın ebeveynlik algılarını nasıl değiştirdiğinden bahsediyorlar. Çocuklarıyla yaşadıkları son tartışmanın ‘teorik’ içeriğini aktarıp, fikrimi soruyorlar. Yani ‘bilgili’ anababalar olmak için ciddi bir mesai harcıyorlar.

Bu durum bende hem saygı hem de kaygı uyandırıyor. Saygı uyandırıyor çünkü karşımda, çocuğu için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan insanlar görüyorum. Kaygı uyandırıyor çünkü bilmeye böylesine odaklanmış ebeveyn tavrının, anababa-çocuk ilişkilerinin doğal ritmine zarar verdiğini düşünüyorum.

Son yıllarda, çocuk yetiştirmeyle ilgili yoğun bir bilgi bombardımanı yaşanıyor. Çocuk büyütmenin altın kuralları uzmanlar, gazeteciler, şov dünyasından popüler isimler tarafından her daim gündemde tutuluyor. Çocuk sahibi olmak, onları büyütmek yüceltilip, kutsallaştırılıyor. ’Gazetelerde bir gün ‘çocuk yetiştirirken unutmamamız gereken doğrular’ başlığı atılırken, ertesi gün ‘çocuk yetiştirmede doğru bildiğimiz yanlışlar’ yazısı yayımlanıyor. Üstelik bu yazılanların her zaman müşterisi oluyor. ‘Müşteri’ kelimesini özellikle kullanıyorum, zira bu durum ‘mutlu nesiller için çabalamanın’ ötesine geçip, ticari bir hal alıyor. Çocuklar söz konusu olduğunda harcanan para görmezden geliniyor. Hele çocukların sıkıntılı davranışları varsa, onu mutlu edecek önerilere paha biçilemiyor. Umut vaat eden, ikna gücü yüksek şarlatanlar türüyor; insanların umutları son kuruşuna kadar sömürülüyor. Anababalar eksik, zayıf, yetersiz hissediyorlar; kendi annebabaları kadar becerikli olmadıklarını düşünüyorlar. Bu duyguyu aşmak için de o kadar çok şey okuyorlar, o kadar çok şey dinliyorlar, o kadar çok şey biliyorlar ki bir süre sonra sezgilerinin, hislerinin ne söylediğini duymamaya başlıyorlar. Mekanikleşiyorlar. Anababalık kimliklerini bilgi üzerine inşa ediyor, kendileri gibi davranamıyorlar. Çocuklarının beklentilerini bu bilgi yığınının içinden çıkardıklarıyla karşılamaya çalışıyorlar. Kızların, oğlanların sergiledikleri davranışlara bakıp, içlerinden “Did you mean this?” diyorlar. Kafaları karışıyor; yaptıklarından, söylediklerinden şüphe eder hale geliyorlar. Bazen kitapların söylediği gibi davranırken, bazen de kendileri oluveriyorlar. Tutarsızlaşıyorlar. Yanlış olduğunu düşündükleri ilk davranışlarında da anababalık yeterliklerini sorguluyorlar. Çocuklarında gördükleri kimi davranışları ‘google’layıp, ipucu toplamaya çalışıyorlar. Tabii, bu durum çocuklarıyla olan ilişkilerini de doğrudan etkiliyor. Onlara karşı talepkar davranıyorlar. Kendileri bu kadar gayret gösterirken, çocuğun ağırdan almasına, kusurlu davranmasına tahammül edemiyorlar. Hata yapmamak için, çocuklarına daha iyi anababa olmak için çıktıkları bu yol, gittikçe karmaşıklaşıyor, sonunda da tıkanıp, uzman odasında nihayet buluyor. Bu bilgi kaosunu aşmak için yine,  güvenilen bir uzmanın ‘bilgisine!’ başvuruluyor, fasit çember kendini yinelemeye devam ediyor.

Anababaların bu tavrının altında, başka başka sebeplerin yattığını gözlüyorum. Kaba, özensiz bir kategorizasyona girmek istemem ama sık rastladığım, bahsetmesem olmayacak durumlardan bazılarını yazayım: Özellikle kendi anababalarıyla yakın duygusal temas yaşayamayan kimi yetişkinler, bu eksikliği bilgiyle telafi etmeye çalışıyorlar. Çocukluk günlerinde kıymetli olduklarını hissetmeyip, bunun eksikliğini her daim çekenler, kendi çocuklarının bunu yaşamaması için gayret ediyorlar. Mutsuz bir çocukluğun ne olduğunu bilen bu insanlar, kendilerine kalan üzücü mirası çocuklarına aktarmak istemiyorlar. Böyle anababalar bende hayranlık uyandırıyor. Zaman zaman bir baba olarak karşımda yetişkin birini değil, küçük bir kız çocuğunu, küçük bir oğlan çocuğunu görüyor, sarılmadan edemiyorum. Emin olun nasıl çabaladıklarını görseniz, siz de hayran olursunuz. Kim bilir, belki siz de onlardan birisinizdir… Yoksa size sizi mi anlatıyorum?

Bir de öncelikli kimlikleri anababalık olan yetişkinler var; çocuklarını iş, meslek belleyen anne, babalar. Üretim, başarı, sevme, sevilme ihtiyaçlarının doyumunu çocuklarına bağlayıp, okul önündeki kafelerde günlerini geçiren, etkinlik öğretmenlerinin iyi çalışıp çalışmadığını yakından takip eden, çocuklarının okulda karşılaştığı bir sorunla dünyaları duran, çocuklarına çocukların onlara duyduğundan daha çok ihtiyaç duyan annebabalar…

Çocuk sahibi olana kadar çocuk büyütmedeki yanlışları not edip, bunları yapmamaya ant içmiş anababaları da yazmak lazım, tabii. Çocuk büyütmek hakkında yazılmış çok satanları okuyup, ‘hazırım, hadi gel!’ deyip de, ilk şutta ters köşeye yatanlar 🙂

Ve daha nice başkaları… Uzun uzun anlatmayayım. Dediğim gibi kaba bir gruplama yapmak istemem. Zaten, hangimiz benzer davranışları zaman zaman sergilemiyoruz ki?  Ancak hem bir baba, hem de ailelerle çalışan bir uzman olarak şunu söylemek isterim: Çocuk büyütmek, sınırlarını bilginin çizdiği şablonlarla yapılacak bir iş değildir. Dünyada ne kadar çocuk, ne kadar aile varsa o kadar çok da çocuk büyütme yöntemi olmalıdır. Kimse sizin çocuğunuzu sizin kadar iyi tanıyamaz. Kokusunu, tenini sizin gibi diğerlerinden ayırt edemez. Eğer okuduklarınız sizi kalbinizden uzaklaştırıyorsa, doğru satırları okumuyor olabilirsiniz. Sıkıştığınızı hissettiğiniz zamanlarda sükûnet içinde çocuğunuza bir bakın bakalım, gördükleriniz size ne diyecek? Çocuğunuzun o andaki duygusu ne? Hangi duygunun eksikliği içinde? ‘Kim ne diyor?’ u, ‘kim haklı kim haksız?’ ı, ikna çabalarını bir kenara bırakın, çocuğunuzun duygusuna odaklanın: Tedirgin mi? Hayal kırıklığına mı uğradı? Kaygılı mı, korkuyor mu? Heyecanını kontrol etmekte mi zorlanıyor? Emin olun, bazen karşınızda hiç susmayacakmış gibi ağlayan bir çocuğu türlü çeşit açıklamalarla ikna etmeye çalışmak yerine bağrınıza basmanız, yanaklarından öperek gözyaşlarını silmeniz o anda ihtiyaç duyduğunuz sihirli çözüm olabilir. Onunla aranızdaki bağın anahtarı sahiciliktir. Bu da ancak şefkatle, merhametle, güvenle, sevgiyle olur.

Şimdi, siz söyler misiniz lütfen;  çocuklar yere düşerlerse, nasıl davranmamız gerekir?

 

Serdar Çankaya

Psikolojik Danışman

On Aralık İki Bin on Beş