Memleketin Olağanüstü Ciddi Ortamında Anababalık Hakkında Yazılmış Nafile Bir Yazı: Aile ve Demokrasi Kültürü

Hepimize tedirginlik veren bu siyasi belirsizlik ortamında gözler ‘şimdi ne olacak?’ sorusuna cevap veren yazılarda. Bunu görüyorum ama bu soruya karşılık olabilecek doğru cevapları hiç bilmiyorum. En küçük bir fikrim bile yok. Gündelik siyasetin olağanüstü sıkıcı kısır döngüsünden uzak durmaya çalışıyorum. Hal böyleyken, konusu anababalık olan bir yazı yazmaya kalkmamın, facebook ve twitter listelerimizdeki ‘sosyologlar, tarihçiler, siyaset bilimciler, istatistikçiler’ tarafından naif bir çaba olarak değerlendirilebileceğini tahmin ediyorum ama ben bunun özellikle şimdi konuşulması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Sağlıklı ailelerin, mutlu çocukların demokrasi kültürümüzü besleyeceğine inanıyorum:

Çünkü çocuğun ‘diğer’ leriyle ilk kez karşılaştığı ve kendisinden gayrısıyla beraber yaşamayı öğrendiği ilk ortamın adı ‘aile’. Başlangıçtaki birkaç yılda ailesi çocuğun mahallesi, şehri, vatanı, bütün dünyası… Kreş gibi, okul gibi farklı sosyal ortamlara girene dek, çocuk dünyanın geri kalanının ailesi gibi olduğunu, dışarıdakilerin de ona anne-babası gibi davranacağını düşünüyor. Ev dışındaki ortamlarda farklı tutumlarla karşılaşsa bile, çocuk için asıl belirleyici olan anne-babasının ona yönelik tutumu oluyor.

Kişilik özellikleri anababası tarafından sorgulanmadan kabul edilen; bireysel sınırlarına, tercihlerine, farklılıklarına saygı duyulan, kendisini ifade etmesine destek verilen, fiziksel ya da sözel şiddete maruz kalmayan, itaatkar davranışlar için tehdit edilmeyen, sorduğu sorular görmezden gelinmeyen, hayallerine ortak olunan, hassasiyetlerine özen gösterilen, sahip olduğu potansiyeli ortaya çıkarabilmesi için fırsatlar sunulan, evrensel insanlık değerleriyle büyütülen çocukların dünyadan beklentisi de bu yönde gelişiyor. Normalin bu olduğunu düşünüyorlar. Böyle büyüyen çocuklar okula gittiklerinde ‘onları çok seven öğretmenlerinin’ kendilerine bağırmasını yadırgıyorlar. Bunun doğru olmadığını, gerekçesi ne olursa olsun bu davranışı hak etmediklerini biliyorlar. Arkadaşları kendilerine haksızlık ettiğinde adalet için mücadele ediyor, zarar göreceklerini düşündüklerinde ‘hayır’ diyebiliyorlar. Gerektiğinde sorumluluk alıyor, muhtaca el veriyor, dezavantajlıya destek oluyorlar. Otorite karşısında ezilmiyorlar; haklarını talep ettiklerinde sesleri titremiyor.

Bizim bütün çabamız da bu değil mi zaten? Çocuklar üzerine bu kadar düşünmemizin, evde otoriter bir ortamdan uzak durup anlaşmazlık durumlarında onları ikna etmeye çalışmamızın, sordukları sorulara bıkmadan usanmadan cevap bulmaya uğraşmamızın, en iyi eğitimi almaları için çabalamamızın, etkinliklere yollamamızın, ufukları genişlesin diye farklı ortamlarla tanıştırmamızın, dil öğrenmeleri için gayret etmemizin nihai hedefi bütün bu davranış biçimleri, tutumlar değil mi?

Hangimiz dersleri şahane ama soru sormayı unutmuş, kibar ama hakkını savunamayan, çok bilen ama derdini dillendiremeyen çocuklar istiyoruz? ‘Bize hep itaatkâr davransın, sözümüzden çıkmasın ama dışarıda hakkını yedirmesin’ beklentisi hangimiz için bir anlam ifade ediyor? Aile, toplumumuz için hala kutsal ama bu kutsiyet adına bireyin özgürlüğüne engel olmamayı öğrenmiş durumdayız. Zaten ‘ailenin kutsallığı ya da bireyin özgürlüğü’ gibi bir ikilem yok karşımızda. Artık şunu biliyoruz; bireysel gelişimlerini gerçekleştirmeleri için ortam yaratılan insanlar daha mutlu anneler, daha mutlu babalar dolayısıyla daha iyi ebeveynler oluyorlar.

Biz anne babalar, ülkemizin daha güçlü, daha modern, daha özgür olması için yapılacak stratejik hamleleri, tercih edilecek ekonomik modelleri doğrudan belirleyebilecek güce sahip değiliz ama yürüdükleri kaldırımın yerden yarım metre yüksekte olmasının, engelli arkadaşlarının hayatını nasıl zorlaştırdığını düşünen, trafikte boş olan emniyet şeridini –gerekmedikçe- kullanmayı, can havliyle hasta yetiştiren ambulansın peşine takılmayı utanç sebebi sayan, sokakta gördükleri yardıma muhtaç hayvanı gocunmadan veterinere götüren, hayatlarını kolaylaştıran insanlara teşekkür eden, memnuniyetsiz memurun göz teması kurmamasını tuhaf bulan, gülümseyen, karanlık bir sokakta yalnız yürüyen kadın rahatsız olmasın diye karşı kaldırıma geçme hassasiyetini gösteren, inanç hürriyetine bağlı, kadına çocuğa el kaldırmayı insanlığa yakıştıramayan, kıymeti kendinden menkul, tek sermayesi tükenmeyen hırsı olan kifayetsiz muhterisi gözünden tanıyan çocukları yetiştirme fırsatına sahibiz. Sokaklarında rahat nefes alınan, herkesin kendini özgür ve mutlu hissettiği, gençlerin gelecek planlarını uzaklarda yapmadığı bir ülkeye giden yolun taşlarını günlük hayattaki bu küçük ayrıntılar belirliyor. Vasatlığı, liyakatten yoksun olmayı, kayırmacılığı, üretme becerisinden yoksun kasabalı kurnazlığını, okuryazarı hor gören hokkabazlığı aşabilmenin en emin yolu bu. Bunlarla ilgili olarak ‘ekonomi’, ‘politik’ gibi edilecek irice laflardan bizler de haberdarız ama ne bizim bu büyük laflara tahammülümüz var ne de bu büyük lafların bize bir faydası. Biz anababayız, elimizde değerlendirebileceğimiz büyük bir fırsat var, bunu kaçıramayız.

 

Serdar Çankaya

Psikolojik Danışman

On Sekiz Haziran İki Bin On Beş