ÇOCUĞA BAĞIRMANIN FAYDALARI!

Evden acilen çıkmanız gerekiyor. Siz işe yetişeceksiniz, kızınız servisi yakalayacak. Hem kendiniz hazırlanıyorsunuz hem de kızınızın hazırlanmasına yardım ediyorsunuz ama kızınız hiç oralı değil. Uyarılarınıza rağmen durumun aciliyetinin farkına varmamış gibi davranıyor. Terlemeye başladınız, iş yerindekiler telefonunuzu çaldırıyorlar. Arayanları savuşturup arkanızı bir dönüyorsunuz, sizinki daha tabağına dokunmamış bile, öylece oturuyor. Kan beyninize hücum ediyor ve BUM!

Pazar akşamüstü olmuş, ödevlere hiç bakılmamış. Yetişmesi gereken bir sürü ödev olduğunu siz de biliyorsunuz ama oğlunuz saatlerdir bilgisayarın başında, hararetle oyun oynuyor. Bin kere ‘haydi’ demekten yoruldunuz; sabrınız tükenmek üzere. O sırada kapı çalınıyor. Açmak için gittiğinizde bir bakıyorsunuz ki, oğlunuz ayakkabılarını giyiyor. Şaşkınlık içinde ‘nereye?’ diyorsunuz. Oğlunuz son derece rahat, ‘arkadaşlar çağırdı, maç yapacağız’ diyor. Bardak taşıyor, komşular sizi dinlemeye başlıyor.
Tanıdık mı?
Evet…
Anlaşılır mı?
Son derece…
Benzer durumları yaşamayan var mı?
Herkesi bilmiyorum ama itiraf edeyim, bazen ben de sabrımı yitiriyorum.

Bu yazıda anlatmaya çalışacağım konu, zaman zaman herkesin yaşadığı ‘sabrın tükenmesi’ durumu değil. Burada ‘bağırmak’la kast edilen, bağırmanın ‘çocuğun iyiliği için’ bir eğitim yöntemi olarak kullanılması; çocuğun ayıplanması, utandırılması, rencide edilmesi, yargılanması, yüksek sesle çocuğun sindirilmesi…

Yanlış yapılan bir davranışı kimseyi incitmeden yüksek sesle dile getirmek, bu yazı kapsamında bahsedilen bağırma davranışına bir örnek değildir. ‘Salona ayakkabılarınla girmişsin, daha yeni sildim oraları!’ demeniz yanlış davranışa dikkat çekmek için yararlı olabilir. Bağırmak kişisel özelliklere bir saldırı halini aldığında, çocuğu aşağılayıp utandırdığında yanlış bir davranış haline gelir. (Adele Faber’den alıntıdır.)

Zaman içinde anababalık, disiplin, terbiye anlayışı değişiyor. Mesela bugün kırklı yaşlarını sürdüren yakınlarınıza bir sorun lütfen; içlerinde anababa dayağıyla hiç tanışmamış olan var mıdır acaba? Hafif de olsa bir şaplak yemeyen, yakıcı plastik terlik tabanının tadını tatmayan şanslı yetişkinlerin sayısı ne kadardır ki? Muhtemelen çok değildir; zira yakın zamana kadar dayak, geleneksel orta sınıf ailelerinin çocuk eğitiminde kullandığı doğal bir yöntemdi… Çocuğun poposuna şaplak atan, kulağını çeken, kimselere hissettirmeden ‘buran’ (bu daha çok annelere özgü bir davranıştır 🙂 ) anababaya öyle tuhaf bakılmazdı. Dolayısıyla çocuklar da dayak yeyince bunu çok yadırgamazlardı. Çünkü arkadaşlarının tamamına yakını benzer durumlar yaşarlardı. Hatta ben çocukken bu durumları arkadaşlarımla gülerek birbirimize anlattığımızı hatırlıyorum. Bugün haklı olarak eleştirdiğimiz, asla kabul etmeyeceğimiz yöntemlerin kısa zaman önce doğal karşılanmasının temel sebebi, anababaların başka çözüm yollarından haberdar olmamalarıydı. O zamanki annebabalar çocuklarına eziyet etmekten hoşlanan zalim insanlar değillerdi. Aksine çocuklarına terbiye verdiklerini, onlara iyilik ettiklerini düşünüyorlardı. Çocuk yetiştirmekle ilgili yeterli bilgileri yoktu. Bu sorumluluğu, şimdi pek çoğumuzun yaptığı gibi anababalarından gördükleri biçimiyle yerine getiriyorlardı. O günün çocukları şimdi anababa oldular; fiziksel şiddetin doğru olmadığını, hiçbir canlıya yakışmadığını biliyorlar ama pek çoğu -anababalarından öğrenemedikleri için- kriz durumlarında, öfkelendikleri anlarda nasıl davranacaklarını kestiremiyorlar. Böyle durumlarda kendilerini ifade edebilmenin en kolay yolunun bağırmak olduğunu düşünüyorlar. Öğrenmeye hevesli olanlar okuyorlar ama emin olun; anababadan görerek, yaşanarak öğrenilen yöntemler çoğu zaman kitaplardan öğrenilenlere baskın çıkıyor.

Bağırmanın Uzun Süreli Etkileri

Bu konuda yapılmış akademik çalışmalardan da bahsedeyim size: Pittsburgh Üniversitesi’nden Dr. Ming-Te Wang, meslektaşı Sarah Kenny ile birlikte bağırmanın ergenlerdeki uzun süreli etkileri üstüne bir makale yayımlamış. Dr. Wang, ergenlerin olumsuz davranışları ile anababanın bağırması arasındaki ilişkiyi elde ettikleri verilere göre şöyle değerlendiriyor: “Bu bir kısır döngü. ‘Kırk satır mı kırk katır mı’ durumu. Çünkü iki taraflı bir olumsuzluk var. Çocuğun problem davranışları ebeveynde sert bir sözel disiplin arzusu yaratıyor ama bu sert disiplin, ergeni yine aynı problem davranışlara doğru itebiliyor.”

Sert bir sözel disiplin anlayışı, problem davranışların beslendiği verimli topraklar gibi. “Böyle bir anlayışla büyüyen ergen çocuklar, belirgin depresif belirtilerden mustaripler. Bu çocukların saldırgan davranışlar gösterme, kamu malına zarar verme eğilimleri diğerlerinden daha yüksek.”

Bence bu çalışmanın en çarpıcı olan kısmı da şu: Anababanın çocuğuna duyduğu sevginin büyüklüğü, duygusal olarak onu ne kadar desteklediği, aralarındaki bağın yoğunluğu bu sert sözel disiplinin olumsuz etkilerini azaltmıyor. ‘Sevgiden kaynaklanması’ ya da ‘çocuğun iyiliği için olması’ bağırma davranışını daha az zararlı hale getirmiyor.

Bir başka çalışmayı da Brown Üniversitesi’nden Stephanie Hart Parade, Andrew J. Supple ve, Heather M. Helms yapmış. Dr. Parade ve ekibi on beş yıl süren bir araştırmayla, anababa tutumlarının çocukların yetişkin olduklarında yaşayacakları duygusal ilişkileri nasıl etkilediğine bakmışlar. Sonuçlar etkileyici: Sekiz yaşında anababaları tarafından bağırarak disipline edilen çocuklar, yirmi üç yaşında kurdukları romantik ilişkilerden daha az doyum alıyorlar. Dr. Wang ve ekibinin açıklamalarını Dr. Parade de onaylıyor ve bu olumsuz durumu anababa sıcaklığının telafi edemediğini söylüyor. Üstelik bu çocuklar yetişkinliklerinde diğerlerinin kendisine olumsuz biçimde davranmasını bekleyip, fark etmeden bu beklentilerini karşılayabilecek partnerler seçiyorlar. Üzücü değil mi?

Ne Yapmalı?

Belli ki bağırmak hiç işe yaramayan, üstelik çocuklarımıza zarar veren bir yöntem. Anababalık tavrımızla ilgili bir ipucu. Bu davranışımızla çocuğumuza şunu söylüyoruz aslında: Kriz durumlarında duygularımı nasıl kontrol edebileceğimi bilmiyorum. Böyle durumlarda kullanmak için bildiğim daha kontrollü, daha az yaralayıcı bir yöntem yok. Bu yüzden, bir yetişkin olup da böyle bir olay yaşadığında duygularını kontrol etmene yarayacak, sana öğretebileceğim bir beceriye sahip değilim. Pardon!

Bence daha iyisini yapabiliriz. Kriz durumlarını yeni bir davranış biçimi için fırsata çevirebilir; öğretici, yol gösterici lider anababalar gibi davranabiliriz.

İşte, size yardımcı olabilecek birkaç ipucu:

1. Çocuğunuzun bütün tercihlerine müdahale edemezsiniz. Çocuklar yaptıkları yanlış tercihlerin sorumluluğunu almayı öğrenmelidirler. Ödev yapmadan evden çıkan çocuk, öğretmeninin teneffüslerde dışarı çıkmasına izin vermeyişine hazırlıklı olmalıdır.
Yeni silinmiş parkelere ayakkabılarıyla basan çocuk, parkeleri silmesi gerektiğini bilmelidir.

Sonuçları öğretirken ‘ödevlerini yapmazsan tabletinle oynayamazsın’ yerine ‘ödevini yaptıktan sonra tabletinle oynayabilirsin’ diyerek daha çabuk sonuç alırsınız. Çünkü ilk cümledeki tehdit ilişkinizin gerilmesine, çocuğun direnç göstermesine neden olabilir. İkinci cümledeki yapıcı dil, ilk cümlede yoktur.

2. Öfkenizi tetikleyen mesajlara dikkat edin: Size saygısızca davranıldığında mı, yok sayıldığınızda mı, sorumluluklar ertelendiğinde mi çok öfkeleniyorsunuz? Böyle bir hassasiyetiniz olduğunu fark ederseniz, çocuğunuzla bunu konuşun. Olay anının yüksek gerilimli anlarında değil tabii; sizin anlatmaya, onun da dinlemeye uygun olduğunuz bir anda yapın bunu. Öfkenizi tetikleyen durumları yakalarsanız, fırtınanın yaklaştığını görüp tedbirinizi alabilirsiniz. Bir kere tetiğe basılırsa geçmiş olsun! Artık yapılabilecek bir şey yoktur, savaşa hazır olun.

3. Çocukla gireceğiniz bir savaşı kazanamazsınız. Çünkü çocukların makul olmak gibi bir zorunlulukları yoktur, zaten bu yüzden onlara ‘çocuk’ deriz.

4. Günlük yaşamınızdaki stres düzeyine bir bakın. Bardağı eşiniz, işiniz, arkadaşlarınız dolduruyor da faturayı son damlayı koyan çocuğunuz ödüyor olabilir mi?

5. Çocuğunuzla çok iç içe olmamaya gayret edin. Onun sınırlarıyla sizin sınırlarınız karışmasın. Tek kimliğiniz annelik ya da babalık olmasın. Çocuk büyütmeyi meslek edinmeyin. Yoksa siz de kolaylıkla ‘aşımızı olduk, ödevimizi yaptık, sınavda yetmiş aldık, kakamızı yapamadıkgiller’ ailesinin bir mensubu olabilirsiniz. Özellikle yaratıcı potansiyeli yüksek, becerikli genç anneler bu enerjilerini aktaracak başka bir kanal bulamayınca, çocuklarına sarılıyorlar. Unutmayın bazen yakınlık duymak için uzaklığa ihtiyaç vardır.

6. Siz çocuğunuza bağırırsanız, çok geçmeden o da size cevap vermeye başlayacaktır. Bu durum, sizi akran haline getirir. Çocuklarınız sizinle akran olmadıklarını, canları istediklerinde sizinle itişemeyeceklerini siz sakin kalırsanız öğrenebilirler. Eskilerin ‘çocukla öyle yüz göz olunmaz’ dediklerini hatırlamıyor musunuz? Fatih Terim’den öğrendiğim bir atasözünü sizinle de paylaşayım: Aslan, kuyruğuyla uğraşmaz 🙂

7. Çocuğunuz bir yetişkin haline geldiğinde kanayan ortak yaralarınızın olmamasına özen gösterin. Konuşmadığınız ama ikinizin de unutmadığı hatıralar aranızda bir duvar gibi durduğu müddetçe, kimse huzur bulamaz. Kendi çocukluğunuzdan size kalan böyle sıkıntılarınız varsa bir uzmandan yardım isteyin. Yarım kalmış hesaplarınızı halletmeden huzurlu anababalar olamazsınız.

8. Pek çoğumuz geleneksel yöntemlerle büyüdük ama çocuklarımızın koşulları bu yöntemlere hiç uygun değil. Yeni nesil; açıklamaya, ikna edilmeye ihtiyaç duyuyor. Aklına yatmayanı umursamıyor. Bu günlerde, çocuğun kalbini kazanmadan ilerlemek mümkün görünmüyor.

‘Ben bütün bunları yapıyorum ama gene de olmuyor’ diyorsanız, çocuğunuzla aranızda sizin gördüğünüzden daha farklı bir problem yaşanıyor olabilir. Yardım almanızı öneririm.
Daha çok bilgiye ihtiyacınız olursa bana site üzerinden kolaylıkla ulaşabilirsiniz.
İşimiz zor, ama buna değer!

Kolaylık Dileklerimle 🙂

Yirmi Altı Mayıs İki bin On beş

Serdar Çankaya
Psikolojik Danışman

Not: Bu arada çocuk büyütürken bağırmanın bir yararı yok gibi, başlığı değiştirsem iyi olacak 🙂