ÇOCUĞUNUZA AFERİN DEMEDEN ÖNCE BİR DÜŞÜNÜN!

Birkaç sene önce -şimdi ikinci sınıfta olan- kızıma uygun bir anaokulu bulmaya çalışıyorduk. Kızımın doyasıya oyun oynayabileceği, dans edip şarkı söyleyebileceği, ‘akademik hazırlığı’ kendine misyon bellememiş, öyle kuş kondurmaya çalışmayan düzgün bir okuldu aradığımız. Uzun bir arayış sürecinden sonra yaşadığımız şehrin pahalı okullarından birine gittik; iyi bir eğitim için her türlü fedakârlığa hazırdık. Kurum yöneticileri ‘sorularınıza en doğru cevapları o verecektir’ diyerek bizi anaokulunun en tecrübeli öğretmeniyle tanıştırdı. Görüşmenin hemen başında, öğretmen temel yaklaşım biçimlerini şöyle özetledi: ‘Biz çocuklara her zaman ‘harikasın’ mesajını veriyoruz. Onlara ne kadar akıllı, ne kadar özel, ne kadar yetenekli olduklarını anlatıyoruz. Böylelikle kendilerine güven duymalarını sağlıyoruz.’ Bunları duyar duymaz eşimle birbirimize şaşkınlık içinde baktık. Aradığımız okulun burası olmadığı konusunda hemfikir görünüyorduk. Nezaketen birkaç soru daha sorup, izin istedik. Burası da olmamıştı; hayal kırıklığımızı da yanımıza alıp oradan ayrıldık. Öğretmen çok samimiydi ama biz kızımızın kendi kendine ‘ne harikayım, ne akıllıyım’ diyerek büyümesini istemiyorduk. Anlaşılan, çok para vermek de aradığımızı bulmanın garantisi değildi.

Peki, bizim yerimizde siz olsaydınız ne yapardınız?

Öğretmenin anlattığı gibi çocuklarımıza harika olduklarını söylemek hata mı?

Onların kendilerini yetenekli, akıllı görmelerinin nesi yanlış?

Bir şeyi iyi yaptığında çocuğumuza ‘şahanesin’ demek kadar doğal ne olabilir?

Ne dersiniz?

Yukarıdaki soruların cevaplarını, yazıyı okuyunca bulacağınızı umuyorum.

Bu konu uzun zamandır ilgimi çekiyordu. Çocuklarla çokça mesai yapan biri olarak, övgü dolu sözlerin ya da  geri bildirim verme biçimlerinin, çocukların davranışlarını nasıl etkilediğini anlamak istiyordum. Bu merak, bir süre yaşadığım İngiltere’de başlamıştı. Orada herkes birbirine, özellikle de çocuklara övgü dolu sözler söylüyordu. Söz konusu olan küçük bir şey de olsa övüp, takdir etmeden geçmiyorlardı. Sonrasında birkaç ay kaldığım Amerika’da da durum benzerdi.  ‘Bravo’lar, ‘aferin’ler, ‘harikasın’lar havada uçuşuyordu. Bizimki gibi eleştiride cömert, övgüde cimri bir kültürde büyüyen biri olarak, bu duruma imrenmemek mümkün değildi. Benim büyüdüğüm çevrede çocuğa doğruyu bulması için yanlışları gösterilirdi. Orada gördüğümse çocuğun doğruları üzerine yoğunlaşılmasıydı. Çok etkilenmiştim. Bu durum bir yetişkin olarak bana bile kendimi iyi hissettirmişti. Ama zaman geçtikçe, duyduklarımın üzerimdeki etkisi azalmaya başladı. O kadar çok söylüyorlardı ki böyle şeyleri, acaba gerçekten de böyle mi düşünüyorlar diye kendime sormadan edemiyordum.

Merakımı gidermek için bu konuyla ilgili akademik çalışmalar arayınca, karşıma beklediğimden çok daha fazla malzeme çıktı. Mesela, bir çalışmada İngiliz akademisyenler İngiltere’de yaşayan Çin kökenli çocukların akademik başarısının neden yüksek olduğunu araştırıyorlardı. Ya da Amerika’da yaşayan Japon ve Kore asıllı çocukların notlarının  -özellikle matematik- neden Amerikalı çocuklardan daha iyi olduğu anlaşılmaya çalışılıyordu. Bu araştırmalarda pek çok değişken vardı ama tüm çalışmalardaki ortak noktalardan biri, anne babaların tutum farklılığıydı. Uzak doğu kökenli anne babalar daha talepkârlardı. En azından övgü konusunda biraz daha dikkatli davranıyorlardı. Tamam, akademik başarının nihai hedef olduğunu düşünmüyordum ama bu konu  benim zannettiğim kadar basit görünmüyordu, farklı boyutları da vardı. Övücü sözlerin sıklığı kadar, içeriği de önemliydi. Nasıl söylendiği, ne zaman söylendiği, ne zaman söylenmemesi gerektiği gibi…

Sonrasında Dr. Carol Dweck’in çalışmalarına rastladım. Dr. Dweck, okullarda övgü ile akademik başarı arasındaki bağın niteliğini anlamak için bir dizi deney yapıyor. (Deneylerin ayrıntılarını uzun uzun yazmayacağım, merak edenler Türkçesini Profil Yayınları’ ndan çıkan “Eyvah! Çocuğum Büyüyor” kitabında bulabilirler ki,  bu kitabın eleştirisini de bloğumda yapacağım. Okumanızı şiddetle tavsiye ederim, zihin açıcı çalışmalardan bahsediyor.) Bu deneylerde bir grup çocuğun zekâsı, diğer grup çocuğun da çabası pekiştiriliyor. Test sayısı çoğaltılıyor, zorluk düzeyleri artırılıyor ve her iki gruptaki çocukların davranışları gözleniyor. Sonuçta, çabası pekiştirilenler zor testleri çözmek için çabalarken, zekâsı övülenler bu testlerden kaçınmaya başlıyorlar. Karşılaşacakları olası bir başarısızlık durumunun, aslında o kadar da zeki olmadıklarını ortaya çıkarmasından korkuyorlar.  Çabası övülenlerin başarı oranı yüzde otuz oranında artarken, ‘çok zekisin’ denilen çocukların başarıları başlangıç seviyesinden bile daha geriye gidiyor.

Dr. Dweck bu sonucu şöyle yorumluyor: “Verdikleri çabaya vurgu yapmak çocuklara kontrol edebilecekleri bir değişken sunuyor. Böylece başarılarının kontrolünün kendi ellerinde olduğunu görüyorlar. Doğuştan gelen zekâlarına vurgu yapıldığında ise durum çocukların kontrolünden çıkıyor ve bir başarısızlığa nasıl karşılık vereceklerini bilemiyorlar.” (Eyvah! Çocuğum Büyüyor, Profil Yayınları)

Ne diyorsunuz, şaşırtıcı mı?

Benim okuduklarımdan anladığım şey şu: Belli ki ‘övgü’ deyip geçmemek gerekiyor. ‘Süpersin, şahanesin…’ gibi ifadeler, bir süre sonra çocukta bir duygu uyandırmamaya başlıyor. Hatta çoğu zaman bu söylediklerimizi duymazdan geliyorlar. Çünkü bu genel ifadelerin somut bir geri bildirim niteliği yok. Bunu söylerken çocuğa neyi iyi yaptığı hakkında anlamlı bir bilgi vermiyoruz. Böyle olunca da üstüne düşünülmeden söylendiği, samimi olmadığı gibi bir haklı izlenim çıkıyor ortaya.

Peki, günlük yaşamda ne yapalım, nasıl davranalım?

  • Birincisi; ortamdaki davranışlardan olumlu olanı görün, gördüğünüzü de seslendirin. Bizdeki genel tutum, olumluyu görmezden gelip olumsuza bakma ve hala eksik olanı vurgulama yönündedir.
  • Hemen geri bildirim vermeden önce çocuğun söylediği sözü, sergilediği davranışı anlamaya çalışın. Düşünmeden verilen bir tepki, olumlu da olsa düşünmeden verilen bir tepkidir. Karşınızdaki kişi çocuk da olsa, verilecek tepki biraz emek ister.
  • Gördüğünüz olumlu davranışların adını koyun: “Garsona teşekkür etmen çok hoştu, aferin sana.”
  • Yapılan bir işin ayrıntılarıyla ilgili konuşun:

Bu resmin renklerini ne güzel seçmişsin!

Kitap okurken kelimeleri ne kadar doğru telaffuz ediyorsun!

(Geliştirmek istediğiniz davranışlarla ilgili daha çok olumlu geri bildirim verebilirsiniz.)

  • Çocuğun kişiliğini övmek yerine davranışlarını övün: Herkesin iyi özellikleri kadar, çok şahane olmayan yönleri de var. “Adam gibi adam!” mesela; bu ne demek hiç anlamıyorum. Dürüst adam mı, cömert adam mı, adil adam mı, zarif adam mı, cesur adam mı, şövalye ruhlu adam mı, ben çerçeveyi çizeyim sen içini doldur adam mı? Yoksa hepsi mi? Hadi canımm!
  • Yapmakta zorlandığı şeyleri küçük parçalara bölün. Yaptığı kısma bakın, daha küçükler için süreci oyunlaştırın: ‘Aferin sana, pijamalarını çekmecene koymuşsun. Sana bir zor görev daha vereyim mi? Denemek ister misin? Zor mu olur yoksa? Yoksa sen, üstünden çıkan kirlileri sepete de atabilir misin? Gerçekten mi? Bravo benim kızıma (‘Odanı topla’ özellikle küçük çocuklar için çok karmaşık bir yönerge!)
  • Daha büyük çocuklara (özellikle ergenlere) geri bildirim verirken özenli olun. Yukarıdan bir ‘aferin’ le kendinizi otorite yerine koyarken, ona altı yaşındaymış gibi davranmayın. Bu durumlar, özellikle arkadaş ortamlarında dalga geçme aracı haline dönebiliyor: ‘Ooo haydi kaptın gene aferini şampiyon…’ Unutmayın karşınızdaki kişi kendini bir yetişkin gibi görüyor… Nasıl iş yerinden bir arkadaşınıza ‘afferin sana’ demiyorsanız, delikanlılara da demeyin.

Geri bildirim verme,  hem anne babaların hem de öğretmenlerin zaman kaybetmeden öğrenmesi gereken hayati bir beceri. Çünkü çocuklar, eylemlerinin günlük yaşamdaki karşılığını çevrelerindeki yetişkinlerin verdiği tepkiler sayesinde anlıyorlar. Büyüdükçe sergileyecekleri davranışların içeriğini bu tepkilere göre şekillendiriyorlar. Daha sık görmek istediğimiz olumlu davranışlar için, hep yüksek olsun dediğimiz akademik başarı için elimizdeki en önemli kontrol aracı bu. Sizce de üzerinde daha fazla düşünülmeyi hak etmiyor mu?

On Dört Nisan 2015

Serdar ÇANKAYA

Psikolojik Danışman