ÇOCUĞA HAYIR DEMEK

Çocuklarımıza sınırları öğretebilmek önemli konu… Ne kadar oyun, ne kadar yemek, ne kadar tablet, ne kadar televizyon hepsinin sınırlarının çizilmesi gerekiyor. (Bu arada fark etmeden tableti televizyondan önce yazdım, öncelikler değişiyor herhalde.) Zira özdenetim -özellikle küçük yaşlarda- çocukların en iyi oldukları konulardan biri değil. Bu sınırların çizilmesi çocukları da rahatlatıyor aslında; nereye kadar gidip nerede durmaları gerektiğini bilmek onları belirsizlikten, dolayısıyla kaygıdan koruyor. Sık değişmeyen sınırlar, tutarlı rutinler çocuklara güven veriyor. Ne kadar hoşlanmıyor gözükseler de bu, onların önemli bir ihtiyacı…Danışma ortamında, alışveriş merkezlerinde, parklarda, arkadaş çevremde gördüğüm kadarıyla herkes de bu durumun farkında. Anne babalar çocuklarına neyi, nereye kadar yapabileceğini öğretebilmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Ama aklıma yatmayan şey bunun öğretilme biçimi. ‘Hayır’ın ne demek olduğunu öğretebilmenin yolu bu kadar çok ‘hayır’ demekle mümkün mü bilmiyorum. Hayır deyip, çocuğunun gözüne anlaması için sertçe bakan anne babaların tutumu, çocuklarıyla aralarındaki iletişimi besliyor mu çok emin değilim. Bin kere ‘hayır’ demeden, ‘hayır’ı öğretmenin bir yolu var mı acaba? Mesela ‘evet’ , ‘tabii ki’ , ‘olur’ diyerek bunu öğretebilir miyiz sizce? Beraber düşünelim mi?

Ben öğretebileceğimizi düşünüyorum. Büyük kızımı büyütürken böyle yaptım, ortaya çıkan sonuçtan memnunum. (Mizaç faktörünü de unutmayalım!) ‘Hayır’ dediğimde üzülüyor ama ısrarcı davranmıyor. İstediği şeye nasıl ulaşabileceğimize dair çözümler bulmaya çalışıyor. Uygun olacak bir çözümü benim de destekleyeceğimi biliyor, bana güveniyor. Onu kandırmayacağımdan, yapmamak için bahaneler bulmayacağımdan çok emin. Birkaç yıldır hangi çözümün mantıklı olduğunu bana bırakmadan kendisi söylüyor zaten. O yüzden, küçük kızımı yetiştirirken de aynı yöntemi kullanmaya devam ediyorum. Yaptığım şey şöyle özetlenebilir:

Makul görünen her şeye evet dersen, hayır dediğinde çocuk bunun makul olmadığını anlayacaktır. (Yani, öyle umuyorum 🙂 )

Buradaki ‘makul’ü aklıma yatan, imkânım dâhilinde, elimden gelen olarak açıklayabilirim. Tabii, bunun sınırları aileden aileye değişiyor. Nereye kadar gidebileceğinizi sabır düzeyinize, sahip olduğunuz imkânlara, çocuğunuzun ihtiyaçlarına göre siz belirleyeceksiniz. Bu şekilde davranarak kızıma söylemeye çalıştığım şey şu:

Senin isteklerini duyuyorum, duyduğumu önemsiyorum, nasıl yapsam diye üstüne düşünüyorum, taleplerini yerine getirmek için samimiyetle çabalıyorum. Seni mutlu edecek şeyler benim için de önemli. Aynı taraftayız; istediğini yapmam için ısrar etmene gerek yok.

Eğer sizin çocuğunuz da bu mesajı alır ve içtenliğine inanırsa işiniz çokça kolaylaşacaktır. Ancak unutmayın; karşımızdakiler çocuk. Makul olmama hakları baki… Çocuk olmak da kendini makul davranmak zorunda hissetmemek değil mi zaten?

Bu söylediklerim bir tanı (hiperaktivite vs.) dolayısıyla dürtülerini, isteklerini kontrol edemeyen çocuklar için geçerli olmayabilir. Bu durum başka bir yazının konusu olacak kadar geniş…

Bu meseledeki en büyük güvencemiz, çocuklarımızın bizlerle iyi geçinmeye bizlerden daha çok ihtiyaç duyması. Çocuklar bizimle iyi geçinmeye programlıdırlar. Eğer bunu yapamıyorlarsa yapmadıklarından değil, yapamadıklarındandır. Bizler çocuklarımızın dünyaya açılan kapılarıyız. Bizimle kurdukları ilişki dünyayla kurdukları ilişkinin provası… Hangi çocuk gergin, huzursuz, bir hayat ister ki?

Dürüst olayım; babalığımın ilk yıllarında benim de ‘hayır’ ın ne demek olduğunu öğrenmesi için kızımı odasına yollamışlığım var ama hatırladıkça pişman oluyorum. Hem işe yarayan bir yöntem değilmiş, hem kızım boş yere mutsuz olmuş. Aklıma geldikçe üzülüyorum.

Bugünden itibaren bu yöntemi bir deneyin. ‘Ee, her istediğini yapacak mıyız?’ , ‘Şımarmaz mı o zaman?’ ,  ‘Kendini kontrol etmeyi nasıl öğrenecek peki?’ demeyin. Bakın size bir çalışmadan bahsedeyim; Stanford Üniversitesi’nden Walter Mischel’in yaptığı bir çalışma bu. İçeriği, neredeyse alandaki herkes tarafından bilinir, bir klasik: Dört yaşındaki çocuklara içinde iki şekerleme olan bir tabak sunuluyor. Bu şekerlemelerden birini hemen alabilecekleri ama odadan çıkacak olan uzmanın dönüşünü beklerlerse, ikisini de alabilecekleri söyleniyor. Uzmanın çıkıp geri gelmesini beklemeye tahammül edemeyen çocuklarla, bekleyip ikisini alan çocukların sonraki senelerdeki akademik performansı ve on beş yaşında ne kadar sosyal çocuklar olabilecekleri karşılaştırılıyor. Sonuç, -tahmin edebileceğiniz gibi- haz gecikmesine tahammül eden çocuklardan yana oluyor.

Ben; istekleri, talepleri görmezden gelinmeyen, belirsiz bir zamana ertelenmeyen, hemen reddedilmeyen çocukların bu ‘haz kontrolü’nü daha iyi yapacaklarını düşünüyorum. Ek bir bilgi daha, evde çok katı kurallarla büyüyen çocuklar buna benzer deneylerde kendilerini diğerleri kadar iyi kontrol edemiyorlar.

Son söz; esnek ama kontrollü, sevecen ama tutarlı olmaya ihtiyacımız var. ‘Evet, kızım’ , ‘tabii ki de oğlum’ , düşünülmeden söylenen bir ‘hayır’dan çok daha yararlı olacaktır. Nasıl, akla yatkın mı?

Deneyimlerinizi paylaşmanızı bekliyorum!

Dokuz Nisan 2015

Serdar ÇANKAYA

Psikolojik Danışman