AH, BENİM DAĞINIK DİKKATİM!

Ben dikkat eksikliğiyle yaşayan bir yetişkinim. Hep bununla yaşadım, bundan sonra da bununla yaşayacağım.

Eşyalarımı kaybetmek, sorumluluklarımı unutmak, yapmam gerekenleri uğraşmama rağmen yapamamak, bir şey dinlerken dalıp gitmek, dikkat isteyen işleri hatasız yapamamak günlük hayatımın beni zorlayan doğal parçalarıdır. Ama çocuklarında dikkat eksikliği olan ana- babalar için baştan söyleyeyim; çok mutlu bir hayat sürüyorum: Huzurlu bir aileye, düzenli bir gelire, iyi eğitim alan şahane çocuklara sahibim. (Kaygılanmayın sizin çocuklarınız da benzer bir hayata sahip olacaktır.) Benim için doğru olan seçeneklerin ne olduğunu buldum, hayatımı ona göre ayarlıyorum. Zaman zaman zorlansam da bu zorluk herhangi birimizin yaşadıklarından daha büyük olmuyor. Biraz daha ayrıntılandırayım:

Anahtarlarımı, gözlüklerimi, çantamı her an her yerde unutabilirim. Otoparka bıraktığım arabamı yana döne aradığım çok olmuştur. Önemli toplantılarımı son anda hatırlarım, bazen de unutup kaçırırım. Yoğurtla yumurta almaya gittiğim marketten tazeciklermiş diye iki kilo çilek alıp gelebilirim. Üstelik bunu yaparken farkına bile varmadan iki saat harcarım. Oturup birkaç satır yazı yazmak saatlerimi alır. Bu yazı ertesi güne yetişmesi gereken hayati bir rapor da olabilir, hiç fark etmez. Düşüncelerimi toparlayıp cümleler haline getirebilmem işkenceye döner. Yazıya oturana kadar sancılanırım, sonra uykum gelir, kaygıyla ortalarda dolanırım. Uykum açılsın da kaygımı unutayım diye oyun konsolunda oyunlar oynarım. Artık gidecek yerim kalmadığında gözlerim kapanmak üzeredir. ‘Yatayım da sabah çalışayım bari’ derim. Yapabilir miyim? Üç yıllık liseyi dört yılda, dört yıllık üniversiteyi yedi yılda bitirdiğimi söyleyeyim de siz ona göre bir tahminde bulunun.

Bu durum bir zamanlar çalışma hayatıma da yansıyordu tabii. Uzun zaman önceydi. Büyük bir eğitim kurumuyla önemli bir yayıncılık anlaşması imzalamıştım. Kurumun yüzlerce şubesinde kullanılacak yazılı materyali hazırlayacaktım. İşi bitirdiğimde alacağım paranın miktarı büyüktü. Üstelik bu projeyi başarıyla sonuçlandırdığımda kurumun bana ciddi fırsatlar sunacağı da aşikârdı. Ancak çalışmaya başlarken yapabilecek miyim diye içim içimi yiyordu. Bu kaygının üstesinden gelmek için kendime mantıklı şeyler söylüyordum. ‘Elbette yapacaksın, şu aşamadan sonra da yapamazsan öl artık’ diye kendi kendime konuşuyordum.

Benim bu kaygılarımdan habersiz kurum yöneticileri mutlu, rahat görünüyorlardı. Bana ‘en doğru adamı bulduk’ diye güvenle baktıklarını hissediyordum. O güne kadar yaptıklarıma bakınca haksız da sayılmazlardı. İletişim dilim çok iyiydi, karşımdakine güven veriyordum, iyi bir ekip kurmuştum vs. Ama iş yazmaya gelince aksamaya başladım. Daha önce bin kere izlediğim filmi yeniden izliyordum. Günün ilk ışıklarına kadar oturuyor ama yol alamıyordum. Dikkatimi toparlayıp kullanılacak metinleri yazmam mümkün olmuyordu. Beraber çalıştığımız iş adamı beni çok güvenilir bulmuştu. Bu aksaklıklara inanamıyordu; büyük hayal kırıklığına uğramıştı. Ona göre yazılacaklar altı üstü birkaç soruyla bu soruların cevaplarıydı. Ben bu birkaç soruyu yazamadım, yazamadıkça sıkışmış hissettim, böyle hissettikçe de kurumun sahibinin ısrarlı telefonlarını açmadım. Söyleyebilecek bir şeyim yoktu çünkü. Sürekli çalan telefonun zil sesini ve bu telefonları açamayışımın utancını hiç unutmadım.

Bu utanç, dikkat eksikliği çeken bireyin hayatındaki baskın duygulardan biridir. Çünkü sürekli yapılması beklenen şeyi yapamadığı söylenir. Davranılması gerektiği gibi davranamadığı için eleştirilir. Kendisini yetersiz, beceriksiz, utanmış hissetmesi için herkes sanki işbirliği içindedir. Dikkat eksikliği çeken çocuk umursamaz görünür ama zaman içinde kendine duyduğu güven kaybolur. O zeki görünümlü, parlak, ışıltılı çocuğun ‘hayal kırıklığısın’ mesajları karşısında renginin solmaması mümkün değildir. Bu sürecin devamında zaten çoğunun eğilimli olduğu kaygı hali de yoğunlaşır. Eğer müdahale edilmezse, kaygı yetişkinlik dönemlerindeki yakın arkadaşlarından biri haline gelebilir.

Anababalar, öğretmenler bin kere konuştukları, ikna çabasına girdikleri, zaman zaman da tehdit edip aba altından sopa gösterdikleri bu çocukların görevlerini yerine getirememelerine inanamazlar. Bu kadarı kabul edilemezdir. Bu çocuk bunu bilerek yapmaktadır, ne annesini ne babasını ne de çok çabalayan fedakâr öğretmenlerini umursamaktadır. Ayıplanasıdır, utanç duyulasıdır. Artık söz bitmiş, söylenecek bir şey kalmamıştır. Sonrasında da bilgisayarı kısıtlamalar, dışarı çıkmaya izin vermemeler, tabletini elinden almalar başlar ki bunlar da iletişimin hepten kopmasından başka bir işe yaramaz.

Şunu netleştirelim; dikkat eksikliği çeken çocuklar tuhaf ya da anormal değillerdir. Tanı sonrasında     -eğer ihtiyaç duyuluyorsa- kullanılan ilaçlar nihai bir iyileşme hedeflemezler. ‘Hadi geçmiş olsun, bunu atlattınız!’ gibi bir durum yoktur. Dikkat eksikliği yaşayan çocuklar yalnızca mimarlar, avukatlar, mühendisler yetiştirmeye yönelik olarak tasarlanmış yanlış bir okul sisteminde bu kadar büyük sıkıntı yaşamaktadırlar. Onlardan kıpırdamadan oturmalarını beklemek, konuşmadan uzun süre ders dinlemelerini ummak, dalıp gitmemeleri gerektiğini düşünmek yağmurun ıslatmamasını istemekle aynı şeydir. Bunlar ne kadar mümkünse diğer talepler de o kadar mümkündür. (En azından şimdilik.) O yüzden değişmesi gerekenler bu çocuklar değil, onların içinde bulundukları koşullardır. Peki, bu koşulları nasıl değiştirebiliriz?

Dikkat eksikliğinin emareleri her çocukta farklılıklar gösterdiği için her birine ayrı düzenlemeler yapmak gerekir. Bunun için mutlaka bir uzmandan yardım isteyin. Yardım için para harcamanız da şart değil. Çocuğunuzun okulundaki psikolojik danışman (Psikolojik Danışmanlık mezunu olmasına dikkat edin!), bölgedeki rehberlik araştırma merkezi size memnuniyetle yardımcı olacaktır. Benim tavsiyem bu öğrencilerin bireysel eğitim programına dâhil edilmesidir. Böylelikle okuldaki düzenlemelerde, TEOG gibi sınavlarda, çocukların yaşadığı dezavantajlar telafi edilebilir. Fakat bu sürecin en önemli kısmı sizin çocuğunuz hakkında bilgi sahibi olmanızdır. Eğer bilgi sahibi olursanız çocuğunuzun neden böyle davrandığını anlayabilirsiniz. Bilgi sahibi olmak anlamanızı, kabul edici davranmanızı, çocuğunuzun bu ‘olumsuz’ davranışları sizi üzmek için yapmadığını fark etmenizi sağlayacaktır.

Unutmayın, eğitim hayatı boyunca çocuğunuzun en büyük destekçisi siz olacaksınız. Eğer bilirseniz sürecin yönetimine ortak olursunuz. Muhataplarınız her zaman ne yapılması gerektiğini bilmeyebilirler. Bu durumda süreci siz yönetirsiniz. Çocuğunuzun okulu, öğretmenleri sizin en büyük ortağınızdır. Ortaklarınızla ilişkilerinizi bozmayın çünkü sık sık birbirinizin desteğine ihtiyaç duyacaksınız. Birinizin yetişemediğine diğeriniz yetişecek, birinizin bilmediğini diğeriniz öğrenmiş olacak. Ortak amacınız çocuğun mutluluğu ve başarısıysa haklı olmak değil, sonuç almak önemlidir. Bu; herkesin aynı tarafta olduğu, herkesin aynı tarafta olması gerektiği uzun bir yoldur. Fikir ayrılıkları yaşanacaktır ama uzlaşı tek çaredir. Aynı fikirde olmadığınız konusunda uzlaşmak bile olumlu, önemli bir adımdır.

Bütün bunlar için çabalarken cevap arayacağımız en önemli soru çocuğumuzun ne yaptığında mutlu olduğunu bulmaktır. Çünkü bu çocuklar mutlu olmadıklarında, sevmediklerinde yapmaları gerekeni yapamazlar. ‘Canı isteyince nasıl dikkatini topluyor!’ diyenlerin bilmesi gerekir; zaten asıl mesele can istemese de dikkatini toplamaktır. Ödevini yapan çocuk da mutluluktan ölmez ama yine de yapması gerekeni bilir ve zamanında teslim eder. Dikkat eksikliği çeken çocuğa Disneyland’de tatil de vaat etseniz eğer ilgi alanında değilse tatile siz gidersiniz, o kapının önünde bisiklete biner. Ama eğer onu mutlu edeni bulursanız ortaya çıkacak sonuca siz de inanamazsınız. Mümkün değil, başarılı olamaz denilen yeğenimin oyunculuğa ilgisini keşfettikten sonraki gelişimini başka bir yazıyla anlatacağım.

Dikkat eksikliği konusunda yazacak çok şey var. Bu metni, yaşadıklarınızı yaşamış bir psikolojik danışman olarak yazdım. Sizi anlıyorum. Ben artık neyi yapabileceğimi neyi yapamayacağımı biliyorum. Yapamayacaklarımı zorlamak yerine yapabileceklerime yoğunlaşıyorum. Defterlerimle, notlarımla, eşimin hatırlatmalarıyla düzenimi yürütebiliyorum. Bu süreci iyi yönetirseniz sizin çocuğunuz da benim gibi mutlu bir hayata sahip olacaktır. Siz öncelikle aranızdaki ilişkinin yıpranmamasına, karşılıklı öfke biriktirilmemesine dikkat edin. Çocuğunuz kendisini eleştirecek bir sürü insanla karşılaşacak zaten, bu kervana bir de siz eklenmeyin. Yol gösterin, şefkat gösterin, yanında durun yeter.

Bu konuda yazmaya devam edeceğim.

Serdar ÇANKAYA

Mart 2015